14 Haziran 2021 Pazartesi

Semaver Ustası Mustafa SOFU / AMASYA

 AMASYA’da yarım asırdan uzun süredir  semaver üretiminde bulunan 66 yaşındaki Mustafa SOFU, bakırdan semaverlere Selçuklu ve Osmanlı motiflerini, Amasya’nın tarihi ve turistik mekanlarını işliyor.

"Semaver; alt tarafında taşıyıcı görevi yapan ayak, orta bölümünde ayaktan destek alan ve genellikle silindir şeklinde olan gövde kısmı ile gövdenin devamında çay demliğini koymaya yarayan ve yörede “demkeş” adı verilen bölüm olmak üzere üç ana kısımdan oluşmaktadır. Günümüzde bazı semaverlerde bir yerine iki demkeş bulunduğu görülmektedir. Semaverin orta kısmında suyu ısıtmaya yarayan ızgaralı kömür yanan kısım ve üzerinde semaver borusu ile orta kısmı çevreleyen su haznesi bulunmaktadır. Gövdenin üst kısmında semavere su konulmasına yardımcı olan kapak, alt kısmında ise su almak için kullanılan musluk yer almaktadır. Ayrıca ayak kısmında daire şeklinde havalandırma boşlukları bulunmaktadır. "




 Mustafa Sofu şunları söyledi:
"Amasya’nın turizm ve kültür olarak öne çıkması için tarihi yapıların, medeniyet eserleri olduğu için bunları semaverlere, panolara işliyorum. Kente gelen yerli ve yabancı misafirlerimiz semaverlerimize yoğun ilgi gösteriyor. Çünkü gezip gördükleri mekanları semaverlere işliyorum. Gerek kentin tarihi ve kültürel mekanları gerekse de Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait motiflerle işlediğim semaverler, büyük ilgi görüyor."


"Semaverler, özellikle bağ ve bahçelerde çayın demlenmesi ve muhafazasında kullanılmaktadır. “TR83 Bölgesi Günümüz El Sanatları Envanteri ve Pazar Araştırması” projesi kapsamında Amasya’da yapılan incelemeler sonucunda semaver yapımcılığının giderek azalmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu proje doğrultusunda Amasya’nın simgesel öğelerinden biri olan ve el sanatı çerçevesinde yapımına devam edilen bu sanatın geliştirilmesi yanında tanıtım ve pazarlama kolaylıklarının sağlanması planlanmıştır."


11 Haziran 2021 Cuma

Türk Saz Şairi Köroğlu



Hikaye anlatma ve dinleme geleneği, örfi unsurlardan biri olarak Türk kültür tarihinin ilk dönemlerinde karşımıza çıkar. Hikaye ediciler-ozan ve kopuzcular- birbirinden farklı kolları(bölüm-bab) anlatarak gözerimi açarlar.

Halk Ozanı Köroğlu,Türk Saz Şairleri'nin Pir'i kabul edilir.  İslamiyet öncesi Türk Edebiyat geleneğinin aktarım metodlarını içeren öğreti sistemidir yani geleneğin asırlar devamındaki duyuş, düşünüş, kavrayış  birikimi ile ulaştığı idrak seviyesi ile alakalıdır. Her kolun mensubu ozanlar vardır. Köroğlu'nun hangi kolundan olduğu türkülere istinat edilmiştir. 

1.İlk kol(Köroğlu’nun zuhuru: Babasının macerası, atların terbiyesi, Aras
veya başka bir nehirden gelen üç köpüğü
içmesi, Çamlıbel’e gelmesi)
2.Kasab-ı cömerd veya Ayvaz kolu
3.Kösenin kolu
4.Koca Bey kolu
5.Mamaç Bezirgan veya Tekelti kolu
6. Demircioğlu ve Telli Nigar/Erzurum kolu
7. Kiziroğlu Mustafa Bey kolu
8. Bağdat/Turna Teli kolu
9.Hasan Paşa/Silistre kolu
10. Bolu Beyi kolu
11. Halep kolu
12. Dağıstan kolu
13.Gürcistan kolu
14. Deli Kara kolu
15. Hasan Bey/Dağıstan kolu
16.Kaytaz kolu
17.Kiziroğlu Mustafa Bey/Kırım kolu
18.Kenan Kolu
19.Kayseri Kolu
20.Köroğlu’nun oğlu Haydar Bey kolu
21.Son kol ( Kırat’ın kaybolması ve arkasından Köroğlu’nun da Kırklara
karışması, keleşlerinden Yusuf’un onu aramaya gitmesi ve kırklar meclisinde görmesi). 

"Pertev Naili BORATAV Kahramanlık Hikayeleri açısından Köroğlu kollarının tahminen 700 civarı olduğunu belirtir. "
"Türk Halk Anlatmaları Kültür Dairesi" genişliğince, biçim ve içerik yönünden bir takım farklılıklar taşıyan çok seferli hikayelerdir.

Köroğlu anlatılarının bilimsel çalışmaları ile  Anadolu, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, İran, Doğu Türkistan, Özbekistan, Gagavuz Yeri, Kerkük, Tacikistan, Tataristan, Bulgaristan gibi Türk halklarının demografik varlık gösterdikleri coğrafyalar ile Ermenistan, Tacikistan ve Arabistan gibi uluslararası halk edebiyatı geleneklerinde yer aldığı bilgisine ulaşılmıştır.
                                                                                                  
TRT repertuarında   Köroğlu Türküleri

UCA DAĞLARIN BAŞINDA (KÖROĞLU SOLAĞI)
Yöresi:ERZURUM
Kaynak kişi:Abdurrahman Yörüktümen
Derleyen:Nida Tüfekçi/Mustafa Hoşsu

YİĞİTLER SİLKİNİP ATA BİNİNCE
Yöresi:SİVAS/Şarkışla
Kaynak kişi:Âşık Veysel Şatıroğlu
Derleyen:Muzaffer Sarısözen

MERT DAYANIR NAMERT KAÇAR
Yöresi:KARS
Kaynak kişi:Âşık Dursun Cevlani
Derleyen:Muzaffer Sarısözen

BENDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİNE
Yöresi: KASTAMONU
Kaynak kişi:İhsan Ozanoğlu
Derleyen:Muzaffer Sarısözen

BİR HIŞMINANAN GELDİ GEÇTİ (KİZİROĞLU)
Yöresi:KARS
Kaynak kişi:Âşık Dursun Cevlani
Derleyen:Muzaffer Sarısözen

BİR HIŞMINAN GELDİ GEÇTİ (KİZİROĞLU-2)
Yöresi:KARS
Kaynak kişi: Murat Çobanoğlu 
Derleyen:TRT Müzik Dai. Başk.THM Md.

ÇAMLIBEL'E SÜREYDİM YOLUNU 
Yöresi:SİVAS/Şarkışla
Kaynak kişi: Âşık Ali İzzet Özkan 
Derleyen:Muzaffer Sarısözen

TAN YERİ ATANDA ŞAFAK SÖKENDE 
Yöresi:KARS 
Kaynak kişi:Âşık Dursun Cevlani
Derleyen: Muzaffer Sarısözen

HAYKIRDI ÇIKTI MEŞEDEN 
Yöresi:ARTVİN/Şavşat 
Kaynak kişi:Cevri Altıntaş 
Derleyen:Nida Tüfekçi

ÇAMLIBEL'DEN DE BAKTI KÖROĞLU
 Yöresi:AFYON/Dinar 
Kaynak kişi:Yusuf Durulmaz 
Derleyen:Ankara Devlet Konservatuarı 

HAY EDÜBEN MEYDAN HARMAN BAŞINDA DURAN 
Yöresi:AMASYA/Merzifon 
Kaynak kişi:Âşık Musa Aslan 
Derleyen:Ankara Devlet Konservatuarı

ALA BOZ DUMANLI KARLI DERELER
Yöresi: ERZURUM 
Kaynak kişi:Müslim Abay 
Derleyen:Yücel Paşmakçı

BOZ AT SENİ SER TÖVLEDE BAĞLARAM (Kaçak Nebi)
Yöresi:AZERBAYCAN/Tebriz 
Kaynak kişi:Kazım Eşkiriz
Derleyen:Mehmet Özbek

BEN BİR KÖROĞLU'YUM DAĞDA GEZERİM 
Yöresi:BURDUR/Yeşilova 
Kaynak kişi:Ali Urhan
Derleyen:Salih Urhan

HAN NİGAR'IM BENDEN YÜZÜN ÇEVİRME 
Yöresi:KARS/Sarıkamış 
Kaynak kişi:Âşık Fikret Ünlü
Derleyen:TRT Müzik Dai.Başk.THM Md.

CANIM KIR AT GÖZÜM KIR AT (Şıh Hasan Ağırlaması)
Yöresi:ELAZIĞ/Baskil
Kaynak kişi:Mustafa Tosun
Derleyen: Gani Pekşen 

AYVAZ GELİR OTAĞINDAN 
Yöresi:KARS 
Kaynak kişi:Rüstem Alyansoğlu
Derleyen:Banttan Yazıldı

İSABALİ DİNLE BENİM SÖZÜMÜ
Yöresi: KARS 
Kaynak kişi:Şeref Taşlıova 
Derleyen:TRT Müzik Dai. Başk.THM Mdr          

7 Haziran 2021 Pazartesi

Hüseyin ÇOBAN- DENİZLİ Tavas



 Denizli'de, doğal renkli taşları iğne ya da tığ ucu yardımıyla sanat eserine dönüştüren Hüseyin Çoban, sabırla işlediği tuvalinde eşsiz eserler ortaya çıkarıyor.

Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde öğretmen olarak çalıştığı dönemde doğal taşlarla resim yapmaya başlayan Hüseyin Çoban, emekli olduktan sonra Denizli Tavas'taki evinin bodrumunu atölyeye çevirdi. 

Bir süre yağlı boya ve ebru sanatıyla ilgilendikten sonra 19 yıl önce taş işleme sanatına yöneldi.



Doğadan topladığı taşları ilk olarak el yardımıyla havanda ufalayan ve bunları elekten geçiren Çoban, toz şeker tanesi büyüklüktekileri suyla tülbentten geçirerek tozlarından arındırıp kurutuyor, daha sonra renklerine göre ayırıyor.

Eserlerinin yapım süreci, boyutuna göre 7 günden başlayıp 7 ay kadar süren Çoban, Tokat, Kütahya, Kastamonu, Eskişehir, Ankara gibi birçok bölgeden taş alıyor. Çoban, renk uyumunu yakalamak için Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden de taş temin ediyor. 

100'e yakın renk tonu bulunuyor

Büyük sabır ve emekle iğne ya da tığ ucu yardımıyla taşları tuvale nakşeden Çoban'ın elinde 100'e yakın renk tonu taş bulunuyor.

Yüzlerce taşı bir araya getirerek daha çok manzara ve portre resimleri yapan Çoban, eserlerini yurt içinin yanı sıra yurt dışına gönderiyor. 



Hüseyin Çoban, hobi olarak başladığı resim sanatında renkli taşlarla farklı bir tarz geliştirdiğini söyledi

Yaptığı işin "mineral mozaik" çalışması olarak da bilindiğini belirten Çoban, ahşapın üzerinde iki kat plastik çekip, yapacağı resmi üzerine yaptıktan sonra tığ ucuyla tutkalı damla damla çizgiler üzerine bıraktığını ve taşı üzerine dökerek rötuş yaptığını anlattı. 


Resimlerinde asla boya kullanmadığını ve tamamen taşların doğal renkleriyle sanatını icra ettiğini söyleyen Çoban, şöyle konuştu:


"Türkiye'de bu teknikle resim yapan yok. Şimdiye kadar çok sayıda karma ve kişisel sergi açtım ayrıca 400'ün üzerinde eser yaptım. Kanada, Paris, İsviçre'den müşterilerim var. Son dönemde gelen siparişler portre ağırlıklı. Bu sanatı geliştirmek ve daha ileri noktalara taşımak istiyorum." 

Kaynak AA Kültür sanat



ÜSLUP


      Yazılı ve sözlü anlatımların giriftliği belirleyen bir takım unsurlar vardır. Üslup denilen anlatma biçimi-deyiş niteleyicidir. Üslubun genel nitelikleri izlenimde bulunan, dinleyen, çözümleyen... kısacası zihinsel güç, duyarlılık, düşlem, zevk... denkliğini kurma kapasitesince estetik ve kuramsal içeriği kapsayan sayısız işlem içerir. 


      Söz ya da yazıda ereğin açık olması, dolaysız hissedilmesi açıklık ölçüsünü belirler. Düzgün ifadeler, yalın bir anlatım, duru bir görüş sunmak saflıkla ilgilidir. İçten, samimi bir yaklaşımla seslemlemek, yazmak... doğallıktır. Kısa ve etkili ifadelerle söz söyleme yetisi vecizlik; yetenek düzeyinde sahip olunan buluşsal ayrıcalıkların ifadesi asalet olarak karşımıza çıkar. Ahenk yaratımda bütünleşmenin seremonisi iken bu seremoniye dahil olan bakış açıları, eprövler, tecrübeler, paradigmalar, yaşam tarzları, farklı görüşler...çeşitlilik nitelemesine tabidir.  Çeşitliliğe rağmen onları doğrulama öngörüsü uygunluk olarak karşılanır. 


     Sanat eserlerine verilen değer sanatçının üslubu ile ilgilidir. Gerçek sanat eserleri sanatsal duyarlılığı gelişmiş bireylerin bilinç ve farkındalığı ile ileri açımlanır. Bir bakıma sanat eseri yaşadığı döneme tanıklığını farklı zamansallıklardan geçirerek,  kendi üslubu ile izah edebilen sanatçının tasarlayışlarının sonucudur. Sanat eseri bir bütünleşme eylemidir.

                                                                                                Görsel "Cemal SÜREYA"


SANAT VE DEVİNİM

  


      Dönemlere göre konusunu, kaynağını ve işlevini değiştiren sanatsal yapıtlar çoğu zaman politik erekler taşıdı. Güzel sanat üretmenin zaman zaman ret edildiği çağrışımlarda edebiyatı ilk defa sistemli ve bilimsel yöntemlerle inceleyen Aristoteles şiir sanatı hakkında yazdığı eseri Poetika'da tasnifler geliştirmiştir. 
      Poetika’da bütün sanatların taklit olduğu öngörülür.  Sanatlar taklit ederken kullandıkları araçlara göre, taklit ettikleri nesne bakımından ve taklit tarzları ile bir tasnife tabi tutulur. Sanatçılar taklit edenlerdir. Modern dönemde sanatın taklit olduğu varsayımı geçerliliğini yitirmiş olsa da, Mimesis biçimler dünyası- duyularımızla kavradığımız çevremiz- kendilerine ait biçimlerin bir kopyası görüşü güzel sanat üretiminin temelini oluşturmaktadır. Bu temel üzerine özgün eserler inşa ederiz. 
     İnsanın doğuştan getirdiği spesifik özelliği, taklit etme içtepisi ve hoşlanma yetisinden kaynaklı sanat kişilerin erdemli olmasını sağlamaktadır. Günümüze eksik ulaşmış olsa da "Poetika" sistemli kuramlar sunar. 
    Doğa üstü güçlerin varlıklarıyla ilgilenmeyen hümanizm felsefi ve bilimsel temeli insan-merkezcillik üzerine geliştirirken, otorite karşısında insanı özgürleştirme çabasına koşut ürünler sunar.  Milattan önce 6. yüzyılda yaşamış Miletus’lu Thales ve Colophon’lu Xenophanes kendilerinden sonrakiler için hümanist düşüncenin yolunu hazırlamıştır.

     Akıl, tabiat ve sağduyuyu şiirin hareket noktası  gören klasizm, konuları eski Yunan ve Latin kaynaklarından alır. Düş ve duygu değil, mantık ve ölçü önemsenir. Klasizm  Aristokrasinin ürünü sayılabilir. Bu akımın izleri Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’te aranır.

    Sanata yön veren sanat akımlarının her biri bir öncekine tepki bir sonrakine etki - her etki kuvvetine karşı ters yönde ve eşit büyüklükte tepki kuvveti- ile yeterli gerekçeler toplayıp bilinçsel farkındalık  ve iradi sağlamlıkla devinmeyi sürdürürken başlangıçtan bağımsız değildir. 

Maniyerizm, Rokoko, Barok...

Romantizm ,Raphael Öncesi Kardeşliği, Parnasizm, Modernizm, Postmodernizm
Natüralizm ,Sembolizm ,İdealizm 
Realizm ,Fütürizm , Kübizm
Dadaizm,Sürrealizm ,Letrizm 
Egzistansiyalizm ,Personalizm ,Ekspresyonizm,Empresyonizm,Puantaizm, Fovizm,Sentimentalizm
Süprematizm, ...

    Farklı zamansallığa ait güzellik, düşünce ve sanat anlayışının yansıması olan akımlar belirli çağ ve dönemlere özgü meydana geldikleri için her sanatsal akım eserler toplamında bütün bir eserdir. Sanatsal yöntemlerle ortaya konan yaratıcılık ürünleri akımlara tabidir. 
      Her yaratıcılık ürünü sanatsaldır fakat eser sayılabilmesi için mesafeli, nesnel, bilimsel dayanakları olan değerlendirmeye tabi tutulduğunda yapıtın özgün ve indirgenemez özellikler barındırması gerekir. Zihinsel kavrayış, duyarlılık, Düş evresi ve estetik haz paradoksları daimi döngüyü sağlayacak ruh gücünü sağlamalıdır.
                                                                                                                              

4 Haziran 2021 Cuma

HASAN SALTIK’IN ARDINDAN

HASAN SALTIK’IN ARDINDAN…

Müzik alanında Türkiye’nin kültür ve sanat elçisi, kaybolan müziklerin arkeoloğu değerli
bir müzik adamı olan Hasan Saltık’ı ebediyete uğurladık…




Müzik alanında Türkiye’nin kültür ve sanat elçisi, kaybolan müziklerin arkeoloğu değerli
bir müzik adamı olan Hasan Saltık’ı ebediyete uğurladık…

Klasik Türk Müziği’nin, Anadolu, Kafkas ve Balkan halk müziklerinin nadide örneklerini derleyen ve halkla buluşturan Hasan Saltık, Kalan Müzik isimli firmasıyla müzik alanında çok önemli başarılara imza attı.
Sanat adına büyük bir kayıp olarak görüyorum. Sanatçısının geleceğini ve yaşam biçimini de çok iyi hesaplayan Saltık bazı nedenlerden dolayı tepkimi çekmiş, ancak uzun bir görüşme sonunda kendisine hak vermiştim.
Kardelen Sanat Derneği’nin geleneksel olarak düzenlediği “Yaşayan Değerlerimiz Ödülleri” için ısrar ettiğim bir sanatçısını istememe karşı çıkmıştı… Aşık Sinem Bacı ile birlikte Kalan Müzik’deki toplantımızda bunun nedenini açıkladıktan sonra kendisine hak vermiştim. Hasan Saltık, ” Beni yanlış anladığınızın farkındayım. Kardelen Sanat için ne gerekiyorsa yapalım, ancak sanatçıları ödüllendirirken icra ettiği sanatının yanı sıra başka şeyleri de düşünmek lazım” derken, bizlere ilerisi ödüller için bir ışık yakmıştı. Çoğu sanatçının popülerliği nedeniye genç yaşta çok ödül aldıklarını ve bu ödüllerin değerini ya bilemediklerini ya da sorumluluğunu taşıyamadıklarını, bunun yerine tercih edilen sanatçıların orta kuşağın üstünde ve sanatının yanında özel yaşamları da irdelenerek tercih edilmesi gerektiğini söylemişti. Ve bizler de o günden sonra 58 kez yaptığımız “Yaşayan Değerlerimiz Ödülleri” programında Hasan Saltık’ın önerilerini dikkate aldık. Programlarımızın uzun yolculuğunda Saltık’ın da büyük katkısı oldu...

***

Değişik yörelerde yaşayan sanatçılar tarafından kendi lehçelerinde seslendirdikleri müzik eserlerinin derlenmesi için araştırmacılara destek veren Hasan Saltık, unutulmaya yüz tutmuş arşivlik kayıtlarını elinde bulunduran koleksiyonculardan ve eski müzisyen ailelerinden derlediği etno müzikolojik çalışmalar için de önem taşıyan eserleri yayımladı. Saltık, müziğe ve sanatçıya o kadar değer veriyordu ki, Aşık Sinem Bacı için, “Sana büyük haksızlıklar yapıldı, kendi adıma özür diliyorum” diyerek yeni bir proje için teklifte bulunurken “Sizlerin değerini gösterebilmek için üzerime düşen görevi yapmak zorundayım” diyordu...

***

Ülkemizin zengin kültür potansiyelini kapsayan bine yakın proje gerçekleştiren Hasan Saltık, sanata ve sanatçıya, ülke kültürüne katkılarıyla anımsanacak…

Yusuf Ziya Leblebici

7 Mayıs 2021 Cuma

MİMAR VEDAT TEK KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ-KASTAMONU


31 Ekim 2008 tarihinde geçmişe bir başka açıdan ışık tutan kapsamlı bir kompleks olarak açıldı.

 Bu kompleks içerisinde CUMHURİYET EVİ, Türkiye’de bir ilk olan 

ŞAPKA ve DANTEL MÜZESİ, ATATÜRK SERGİ SALONU,

 BEBEK EVİ, RESİM GALERİSİ yer almaktadır.




 Kastamonu Valiliği binasının da mimarı olan Vedat TEK ’in adını yaşatmak ve 
gelecek nesillere aktarmak amacıyla Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi adı verilmiştir.

 

"Mehmet Vedat Tek (1873, İstanbul - 1942, İstanbul), Türk mimar. 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınmakta ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın Mimar Kemalettin Bey ile birlikte en önde gelen iki isminden biridir.

 


Türkiye’nin formel eğitim görmüş ilk Türk mimarı olarak tanınır.[1] Sirkeci Büyük Postane'den Ankara'da İkinci Meclis binası ve Ankara Palas'a; Kastamonu Hükûmet Konağı’ndan Haydarpaşa Vapur İskelesi’ne kadar Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarının pek çok önemli yapısına imza atmıştır. Sanayi Nefise Mektebi'nin ilk Türk hocalarından biridir. Şair ve bestekâr Leyla Saz Hanım’ın oğludur."


Denizli-Pamukkale- Ramazan SERT Uygulama Atölyesi


Denizli'nin Pamukkale ilçesinde yaşayan 30 yaşındaki Ramazan Sert, evinin önünde oluşturduğu atölyede atıl durumdaki ahşap malzemeleri kullanarak kulübe, saksı ve dekorasyon ürünleri yaparak 
geri dönüşüme  katkı sağlıyor.





Fabrikada işçi olarak çalışan Ramazan Sert, pandemi sürecinde, çocukluğundan beri ilgi duyduğu ahşap ürün yapımına başladı.





Çevresindeki atıl durumdaki ahşapları toplayarak işe koyulan Ramazan Sert ahşaba yeniden hayat 
 veren tasarımlar gerçekleştiriyor. ürünlerini armağan olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor.

 

23 Nisan 2021 Cuma

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi-Mikasanomiya Anı Bahçesi- KIRŞEHİR Kaman

 


Kalehöyük Arkeoloji Müzesi

"Kaman-Kalehöyük kazılarından çıkartılan eserlerin sergilenmesi için 2008 yılında Japon ve Türk hükümetlerinin örnek işbirliği ile başlayan müze inşaatı 2009 yılı Mart ayında tamamlanmış ve 2010 Türkiye’de Japon Yılı etkinlikleri kapsamında Altes Prens Tomohito ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay tarafından açıldı."

 



"Müzenin mimari projesi, Kalehöyük’ün kendi formundan esinlenmiş ve kazısı yapılmakta olan höyük görünümünde tasarlanmıştır. Gelen ziyaretçilerin kazı yöntemlerini ve aynı anda kazıda çıkarılan eserleri görme imkanı sağlayan bir yaklaşımla müze mimarisi şekillendirildi. Özgün bir mimari yapıya sahip olan müze, 1500 metrekare kapalı alana sahip. 470 metrekare kapalı sergi salonunun yanı sıra 830 metrekare açık sergi alanı bulunuyor."

 


 

"Müze, açıldığı sene çevreci tasarımı ile bine yakın önemli proje arasından 2010 Green Good Design ödülünü kazanmış, 2012 Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülüne aday gösterilmiştir. Prens Mikasa anısına inşa edilen Japon bahçesinin hemen önünde bulunan müze, açılmasından itibaren barındırdığı eserler, özgün mimarisi ve farklı sergileme teknikleri ile her yıl giderek artan sayıda ziyaretçiyi ağırlıyor."

 

"Türkiye’ye 44 yıl önce gelen ve buradaki çalışmalarına Ankara Üniversitesi’nde başlayan Dr. Sachihiro Omura, eşi arkeolog Masako Omura ile birlikte görev aldığı Kaman’da hem çalışmalarını yürütüyor, hem de Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Başkanlığını üstleniyor."

Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü başkanı Sachihiro Omura

"Anadolu’nun büyük bir kültürel zenginliğe sahip olduğunu vurgulayan Omura, şöyle konuştu: “Anadolu’ya dünyanın birçok yerinden gelen kavimler, topluluklar kendilerinden bir şeyler bırakmış. Dolayısıyla Anadolu’nun tarihini dünyanın tarihi olarak görüyorum. İç Anadolu’nun tam merkezi olan Kalehöyük de bunun önemli bir parçası. Burada çalışmak, dünya tarihini okumak demektir. Kaman-Kalehöyük’te şimdiye kadar 4 bin 300 sene öncesine ulaştık. 30 yılda 7 medeniyeti ortaya çıkardık. Yerin altında hala ulaşamadığımız tarih katmanları var. Kazımız 32 senedir devam ediyor, daha da kazılacak çok yer var. Bu, bir neslin bitirebileceği bir iş değil. Arkeoloji bir usta-çırak işi… Bizden sonra bu değerli alanı devralanların, bizim bulduklarımızın üzerine çok daha fazlasını koyacaklarına inanıyorum. İş Bankası’nın sağladığı katkıyı Türkiye’de özel sektörün desteği açısından önemli buluyorum.”

İç Anadolu Bölgesinde yürütülen yüzey araştırmaları ile birlikte Enstitü halen Kaman-Kalehöyük, Kırşehir-Yassıhöyük ve Kırıkkale Büklükale ören yerlerinde düzenli olarak arkeolojik kazılar yürütmektedir. Bu kazılar ile çok sayıda eser ve mimari kalıntılar ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca arkeoloji ve müzecilik alanlarında eğitim çalışmaları da düzenli yürütülen faaliyetler arasındadır.

Buluntuların ait olduğu yerde çalışmaların sürdürülmesi gerektiği inancıyla, Kaman- Kalehöyük kazı alanının hemen yanında inşa edilen Enstitü kompleksi, içinde barındırdığı laboratuvarları, konferans salonu, lojmanları, depoları ve çok sayıda mesleki kitabı barındıran kütüphanesi ile bu alanda her türlü çalışmanın yapılabileceği örnek bir arkeoloji merkezi haline gelmiştir. Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü’nün Anadolu tarihine ışık tutmak amacıyla arkeoloji ile ilgili farklı disiplinlerden ve farklı ülkelerden gelen bilim adamları ve öğrencileri burada buluşturarak yürüttüğü tüm çalışmaların, Türkiye ve Japonya arasında her zaman var olan kültürel işbirliği ve dostluğun artarak devam etmesine katkıda bulunması ümit edilmektedir.

İş Bankası Kurumsal İletişim Koordinatörü Suat Sözen “Ülkemizin kültürel mirasının gün yüzüne çıkarılması koruma altına alınarak gelecek nesillere aktarılmasının sağlanması, kültürel miras bilincinin pekiştirilmesi kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarımızda öncelik verdiğimiz hususlar arasında yer alıyor diyerek İş Bankası olarak, Kaman’ın yanı sıra Patara ve Zeugma’da sürdürülen kazı çalışmalarına uzun soluklu bir biçimde destek verdiklerini sözlerine ekliyor. Sözen, Arkeolojik kazılara ilişkin desteklerini önümüzdeki dönemde duyuracakları yeni işbirlikleri ile daha da genişleteceklerinin altını çiziyor."

 


Mikasanomiya Anı Bahçesi

"Prens Mikasa’nın Kaman-Kalehöyük kazılarını başlatması anısına kurulan Mikasanomiya Anı Bahçesi, Japonya dışındaki en büyük Japon bahçelerinden biri olarak her yıl giderek artan sayıda ziyaretçinin ilgisini çekmektedir. Bölge için önemli bir rekreasyon alanıdır."

"Mikasanomiya Anı Bahçesi, “Shakkei” tekniğinde ve “Kaiyu” stilinde düzenlenmiştir. Shakkei tekniği, çevredeki doğal manzaradan ilham alınarak yapılan bir düzenleme tekniğidir. Kaiyu stili ise bahçede değişik manzaraların dolaşılarak gösterilmesidir. Yaklaşık 22 dönüm üzerine kurulu olan bahçede toplam alanı 3500 metrekare olan birbirine bağlı iki gölet bulunmaktadır." on 12 Kasım 2018 yazısından


                                                                                                     

19 Nisan 2021 Pazartesi

Mozaik Sanatı



Görsel sanatlardaki düzenlemelerden biri olan  mozaik, küçük parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulan resimlerdir. Duvarlara, zeminlere ,binaların cephesine uygulanan mozaik sanatı, çok eski çağlardan bu yana insanlık tarafından bilinmekte ve uygulanmaktadır. Küçük üç boyutlu ve birbirine benzemeyen parçaların bir araya getirilip resim oluşturacak şekilde tasarlanması yoğun dikkat ve keskin görüş gerektirmektedir. Mozaik beş bin yıl önce ilk kez Sümerler tarafından denenmiş bir resim sanatıdır. 




“Mozaik sanatı genel de Roma İmparatorluğu ile anılan bir resim sanatıdır. Bu dönemde avlularda, kaldırım taşlarında ya da ev duvarlarında seramik taştan ve boyutları oldukça küçük parçalardan mozaik desenler yapılmıştır.”








"Çağdaş mozaik sanatçıları çeşitli teknikler ve materyaller kullanırlar. Orsoni, smalti, vitreous denilen taşlarla yapılan mozaikler bir mermer mozaik çalışmasından faklı olmaktadır. Smaltide genellikle derz kullanılmamaktadır. Bunun dışında vitray camı sıklıkla kullanılırken, vitreous denilen cam mozaik taşları da kullanılır. Özellikle sanatsal tablo çalışmalarında vitreous tercih edilir.Bu taşların ince olması,kolay kırılması istenilen şekle girme konusunda kolaylık sağlar. Mermerin klasik dönemdeki kullanımı da klasik eserlerle çağdaşı sentezleyen sanatçıların eserlerinde görülür. Klasik meraklıları için yine tarihtekinin birebir örneği olan mozaikler de yapılmaktadır ki bunlar ustalık sembolü sayılabilir"

                                                                                                                    G. PARLATAN



GELENEKSEL SANATLAR- Mermercilik

 




Kalkerlerin ve bazen de dolomitlerin sıcaklık ve basınç etkisiyle değişikliğe (metamorfizm) uğraması sonunda meydana gelen mermerler billurdan oluşmuş taşlardır.  Mermerlerin bileşimi kalsiyum karbonat ve pek az da kalsiyum ve magnezyum karbonattır.








“MÖ 1600'lü yıllarda, Hititlerle Yasemek'de (Gaziantep) başlayan sanatsal anlamda ilk mermercilik, Arkaik Dönem'de (MÖ 1050-470) Efes'te, Helenistik Dönem'de (MÖ 300-30) Bergama'da ve Roma Dönemi'nde (MÖ 30- MS 395) Aphrodisias'da kurulan mermercilik okulları ile Anadolu'da büyük gelişim göstermiş.” (Uygarlığın kökleri)






“Mermer; sağlamlığı, zarafeti ve potansiyel zenginliği ile asırlardan beri insanoğlunun vazgeçilmez sanat dallarından biri olan heykel sanatının da temel yapı elemanı olma özelliği taşıyor. Hititler, Eski Mısırlılar, Frigyalılar, Mezopotamya Medeniyeti, Persler, Lidyalılar, Eski Yunanlılar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar ve daha birçok medeniyet günümüze kadar gelen, tarihe ışık tutan heykellerinde ve yapılarında mermeri kullanmışlar.”

 

“Doğal taşların, seçiminde; moda, mimari ve dizayn önemli rol oynamakta... Çok eski çağlardan beri medeniyetlerin kurulmasında ve kültürlerin gelişmesinde önemli bir rol oynayan mermer, fonksiyonel özelliklerinin yanı sıra insanların estetik ve sanat zevklerini tatmin ederek, doğal taşlar içerisindeki ayrıcalıklı üstünlüğünü günümüzde de sürdürüyor. Mermer; Mısır tapınaklarından Yunan akropollerine, Roma devrine ait amfi-tiyatrolardan orta çağın şatolarına, Gotik tarzı katedrallerden Rönesans’a ait eserlere, Selçuklu ve Osmanlı devrinin saray, hamam, cami ve çeşmelerinden; modern çağın tren istasyonları, havaalanları, yönetim binaları, alışveriş merkezleri ve konutlara kadar yaygınlaşmış.”

1 Nisan 2021 Perşembe

Anadolu’da Ev ve İnsan

 



Marmara Evleri’ nin özelliklerini yansıtabilen kentlerimizin başında İstanbul gelir. İki büyük imparatorluğun merkezi olarak kültür birikimlerini kuşaktan kuşağa aktarabilen İstanbul, son otuz yıl içinde pek çok değerini yitirmiş olmasına karşın yine de çok az kalan örnekleriyle tarihi kimliğini sürdürmektedir.(İstanbul/Edirne)

 

Marmara Evleri




 

Marmara ve Trakya

 

Bursa, Edirne ve İstanbul gibi Osmanlı Devleti’nin üç başkentinin yeraldığı Marmara Bölgesi, Türkiye’nin klasikleşmesi ortamını hazırlamıştır. Bu kentlerin içinde Bursa gelişim sürecindeki evrelerin en ağırlıklı bir noktasını oluşturmaktadır. Batı Trakya ve Balkanlardaki oluşuma örnek olan kent ise Edirne’dir. İstanbul, saraylardan kasırlara, yalılardan köşklere, ayrık evlerden bitişik evlere ve giderek Beyoğlu Yakası’ndaki ilk kargir apartmanlara kadar başkent olmanın sağladığı olanaklarla Türk evinin gelişimini doruğa ulaştıran çok önemli ve özel bir kenttir.

 

İstanbul Evleri

 

Bursa’ya yakınlığı nedeniyle Kütahya Evleri daha çok Marmara Evleri’nin özelliklerini taşımaktadır. Ahşap yapı strüktürü, bağdadi, sıva ve plan şemaları bakımından birbirine aşırı derecede benzeyen bu iki kent aynı yapı tarzının ortaya koyduğu benzerliklere rağmen detaylarında, yöresel çözümlerin getirdiği farklılıkları ortaya koyabilmektedir. Kütahya Evleri , Ege ve İç Anadolu sınırında bulunması nedeniyle kırsal kesimlerde İç Anadolu’ya , kentlerde ise Marmara Bölgesi Evlerine biraz daha yakındır.


 

Kütahya Evleri

 

İstanbul’un yakın çevresindeki yerleşmeler içinde Gebze ve İzmit evlerinin klasik üslup açısından önemli yerleri vardır. 17. ve 18. yy’dan kalma bu evler, son 20 yıl öncesine kadar ayakta kalmayı başarmış olmalarına rağmen bugün büyük bir bölümü yıkılmıştır. Bu evlerin arasında merkezi Orta Sofalı Konaklar bile bulunmaktaydı.


 

Orta Sofalı Evler

 

Marmara Bölgesi’nin tipik örneklerini veren Bursa kenti de son 20 yıl öncesine kadar 17. ve 18. yy. evlerini korumakta idi. Yeni imar faaliyetleri Bursa’ya büyük ölçüde zarar vermiştir. İstanbul’da varolmayan erken dönem Türk Evleri’ne Bursa’da rastlamak mümkündür. Özellikle dış sofalı/hayatlı tipler İstanbul’da çoktan varlığını yitirmiştir.

 

Marmara Bölgesi’nin batı kanadını oluşturan Tekirdağ ve Edirne büyük ve açık sofalı evler bakımından çok zengindir. Bugün artık bu iki kentte de Türk evinin klasik tipleri kalmamıştır. Açık sofalı örnekler tamamen tükenmiş, iç sofalılardan ancak son dönemlere ait bazı örnekler ayakta kalabilmiştir.

 

Bursa yakınlarındaki bir diğer yerleşme türleri kıyı kesimindeki köylerdir. Bu köylerde eskiden Rum azınlıklar yaşarlardı. Arsaları yetersiz olsa bile ev estetiğinden ödün vermeyen ustalar, Osmanlı yapı sanatını bu küçük köylerde de doruğa çıkarmayı başarmışlardır. (Zeytinbağ – Trilye/Bursa)

 


Bursa evleri

 

Bursa, Uludağ’ın eteklerindeki topografik yapısı, iklimi ve verimli topraklarıyla İ.Ö.7. yüzyıldan daha eskilere uzanan bir geçmişten, günümüze ulaşabilmiş bir kentsel yerleşmedir. Bursa tarihiyle ilgili en eski kalıntılar ise, ancak Bitinya, Roma ve Bizans dönemine tarihlendirilebilmektedir.

 

Bursa, verimli toprakları ve Uludağ eteklerindeki yoğun yeşil alanlarının yanı sıra hareketli topografyasıyla, kendine özgü siluet verebilmiş bir kenttir. Tepelere kurulan camiler ve aralarındaki yerleşme dokusu yeşille iç içedir. Bunu sağlayan arazinin yeraltı sularıdır. Evliya Çelebi bu verimli toprakların su sayesinde yeşili güçlü kıldığını “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” sözleriyle anlatmaktadır.

 


Bursa Evleri

 

Bursa’yı gerçek kimliğine ulaştıran Osmanlılar olmuştur. Selçuklu döneminin kültürel yoğunluğunun bu bölgelere varamamış olması ve Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede devlet olarak Bursa’ya ulaşması bu yörelerde Türk kültürünün hızla yaygınlaşması sonucunda gelişmiştir. bu nedenle Anadolu Türk evinin en eski ve en özgün örneklerini son otuz yıl öncesine kadar Bursa’da bulmak mümkündü. bursa’da günümüze ulaşabilmiş evlerin büyük bir bölümü son dönemin orta ve dar gelirli ailelerine aittir. Bu nedenle küçük ve yalın örneklerdir. Çünkü varlıklı aileler son kırk yıl içinde evlerini yıkarak arsalarına imar planlarına göre apartmanlar yaptırmışlardır.

 

Fatih sultan Mehmet’in evi olarak bilinen Muradiye’deki evin 15. yüzyıldan çok 17.yüzyıla ait olduğu ileri sürülmektedir.

 

 

Bursa evleriyle ilgili örneklemeler için Y.Mimar Hüsrev Talya’nın verdiği bilgilere göre bir değerlendirme yapılacak olursa, 15. yüzyıla tarihlendirilebilen Somuncu Baba’nın kerpiç duvarlı eviyle Uftade Tekkesi bitişiğindeki 16. yüzyıl evi en eski Bursa evleridir. Muradiye’deki 17. yüzyıl eviyle birlikte üç örnek günümüze ulaşabilmiştir. İlk ikisinin önemli bir bölümü yıkılmış olduğundan o döneme ait kesin yargıya ulaşmak güçtür.

 

Bursa evlerinin büyük çoğunluğu 19. yüzyılın ikinci yarısıyla 20. yüzyıl başlarına tarihlendirilebilen yapılardır. 15. ve 16. yüzyıl evleri kerpiç olmasına rağmen sonları ahşap strüktürlü ve bağdadi sıvalı olmak üzere biçimlenmiştir. Asıl Bursa karakteri, ahşap malzemenin ağırlıklı olarka yapı bünyesine girmesiyle doğmuştur.

 

Diğer bölgelerde olduğu gibi Bursa evleri de çoğunlukla iki katlıdır. Üç katlı olan örneklere rastlanılmakta ise de sayıları azdır. En önemli kat her zaman evin en üst bölümüdür. Üç katlılarda ara kat kışlık olduğundan basık tavanlı ve küçük pencerelidir. Buradaki yaşam kışın olumsuz etkilerinden korunmak üzere geçicidir. Çünkü bahar ve yaz ayları hep en üst katta geçirilir.


 

19. yüzyıl öncesine kadar iklim koşullarının çok sert olmadığı kesimlerde dış sofalı evlerin Anadolu’da yayılmış olduğu kabul edilmektedir. Bursa evleri de 19. yüzyıl ortalarına kadar dış sofalı örneklerle gelişmiştir. Ancak pencere camlarının Anadolu’da da kullanılmaya başlanmasından sonra tamamen açık olan sofaların kapatılma eğilimi, soğuklardan korunabilmek amacıyla yaygınlaşmıştır.

 

En eski açık sofalı plan tiplerinde odaların sofadaki diziliş biçimlerine göre bir sınıflandırma yapılabilmektedir. I, L ve U biçiminde oluşan planlar içinde en çok kullanılan L planlarıdır. Bursa evlerinin açık sofalarının bir köşesinde çoğunlukla köşkler ve tahtlar bulunması, plan tipini L ye dönüştürmüştür. Oda sayılarının çoğalması evin yatayda büyümesini sağlamıştır. Bazen iki uçta köşe yapıldığından büyük evlerin planlanmasında U tipi tercih edilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış sofa iç sofaya dönüşmüş, özellikle Kamıyarık türü Bursa evlerinin alt katı kerpiç, kerpiç dolgulu ahşap, ya da taş duvarlarla inşa edilmiştir. Üst katları ise ahşap karkas ve sık olarak yanyana dizilmiş düşey dikmelerin eğimli olması, bazen motifler oluşturması, yapı estetiğine de farklı değer kazandırmıştır.

 

19. yüzyıldan sonra evlerin dış yüzleri tümüyle sıvandığından cephelerin karakteri oldukça değişmiştir. Buna rağmen yine de sınavın üzerine uygulanan boyaların renkleri Bursa evlerine daha değişik özellikler kazandırmıştır.

 

Bursa’da 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Türk evinin klasikleşmiş tipi ve üslubu egemen olmuştur. Daha sonra, barok üslubun etkileri İstanbul’dan Bursa’ya da sıçramıştır. Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin sonuna kadar her tür gelişme, güçlü biçimde yansıma olanağı bulmuştur.

 

Bursa çevresinde topografik ve iklimsel özellikle birbirine benzemesine rağmen etnik çeşitliliğin ortaya koyduğu farklılıklar vardır. Ancak bu farklılıklar daha çok ev kullanımından kaynaklanan mekan örgütlenmesiyle ilgilidir. Etnik grupların üretim biçimi ve ilişkileri, sosyal yaşam içindeki gelenek ve görenekler, mekan kullanımını yakından ilgilendirmektedir.

 

Etnik farklılığın getirdiği mekan çözümleri için Bursa’nın çok yakınında ve doğusunda küçük bir Türkmen köyü olan Cumalıkızık ile yine aynı çevrede Bursa’nın batısında yer alan Zeytinbağ/Trilye kıyı köyü örneklemeye alınabilir.

 

Cumalıkızık köyü tarımsal üretime ve hayvancılığa dayalı bir köydür. Evler tarımsal alanlar küçülmemesi için birbirine çok yakın ve küçük bahçeli tutularak sık dokulu yerleşme oluşturulmuştur. Buna karşılık küçük de olsa bahçelerdeki ağaçlar evlerin yüksekliklerini aştığından ve bahçeler çeşitli yeşilliklerle bezenmiş olduğundan doğayla içiçedir. Cumalıkızık evleri, Bursa evlerinin temel özelliklerini taşımaktadır. Plan şemaları dış ve iç sofa olarak gelişmiş ancak Bursa evleri kadar ayrıntıları özen çözümlenmemiştir. Köy ve kent evlerindeki bu temel farklılık, gerçekte tüm bölgelerde kendini belli etmektedir.

 




Cumalıkızık Evleri

 

Cumalıkızık köyünün tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlaması, alt katların ahır olarak düzenlenmesini zorunlu kılmıştır. Anadolu’nun çoğu köylerinde görülebilen bu çözüm hayvanları daha kolay besleyebilme ilkesinden kaynaklanmaktadır. Zeytinbağ ise, Rumlarla Türklerin birlikte yaşadığı, yaşayan grupların özelliklerinin evlerin tasarımına çok yönlü yansıdığı ilginç bir kıyı yerleşmesidir. Rumların başlıca geçim kaynakları ipekçilik ve balıkçılıktı. Zeytinbağ bugün Rumlarla bir zamanlar birlikte yaşamış ailelerin ikinci kuşak devamının yaşadığı küçük bir kasabadır. Artık ipekböcekçiliği yapılmamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri ipek dokumacılığın devam etmeyişi ve pazarlama olanaklarının ortadan kalkmasıdır. Yoğun olarak zeytincilik yapılan yörede, Cumalıkızık’taki evlerin alt katlarındaki ahırların yerini zeytin depoları almıştır. İnsan yaşamına ayrılan üst katlara ise odalardan başka, ipek böcekçiliği yapılan dönemlerde kozalıklar ilave edilmiştir. Bu kozalıklar, ya odalardan birini bu işe ayırarak ya da yalnız bu amaç için ayrı bir mekan düzenlenerek oluşturulmuştur. Tasarımı açısından Bursa eviyle büyük bir benzerlik göstermesine karşılık, mekan örgütlenmesi ve işlevsel açıdan oldukça farklıdır.

 

Bursa ve çevresinde geleneksel yaşam biçiminin bazı uzantılarına halen rastlamak mümkündür. Bursa merkezindeki avlulu hanlar yine eskisi gibi işlev görmektedir. Eski mahallelerde aileler bahara doğru evlerini boyamakta, kapı önlerini süpürmektedir. Günlük ev işlerinin sona ermesiyle öğleden sonraları kapı önlerinde komşularla sohbet ederek geçirilmektedir. Baharlarda Uludağ yolu üzerinde ya da diğer mesire yerlerinde tatil günü geziler yapılmaktadır. Dini bayramlarda komşuluk ilişkileri artmakta büyüklerin elleri öpülmektedir.

 

Geleneksel yaşam biçiminin tümüyle devam etmesi, birçok koşulun değişmesi yüzünden artık olanak dışıdır. Kente göçlerle insanlar gelmekte, yerleşme sorunları doğmakta, bu nedenle yoğun yapılaşmaya açılan Bursa’nın yerleşim alanlarında tarihsel özelliklerle yüklü görkemli evler hızla tüketilmektedir.

 

Kaynak: Anadolu’da Ev ve İnsan

Emlak Bankası Yayınları

Prof. Dr. Metin SÖZEN

Prof. Dr.Cengiz ERUZUN

 

 

 


GERİ DÖNÜŞÜM- ATIK MALZEMELERİN SANATA EVRİLİŞİ-AĞRI

Fotoğraf:Abdullah Söylemez



Atık cam şişeleri erittikten sonra çeşitli aşamalardan geçirerek birer sanat eserine dönüştüren Ağrılı kadınlar hem meslek öğreniyor hem de aile bütçelerine katkıda bulunuyor.




Hafta içi her gün sabah erken saatlerde kursun yolunu tutan çoğunluğu ev kadınlarından oluşan kursiyerler, atık cam şişeleri sanat eseri haline getirerek geri dönüşüme kazandırıyor.

21 Mart 2021 Pazar

Nevruz Işığın Günü

 


      

Nevruz, Anadolu ve Orta Asya kültürlerinde baharın ya da yeni yılın gelişini kutlamak amacıyla ortaya çıkmış bir bayramdır. Nevruz kelimesi köken olarak eski Farsçadan gelir. Yeni gün veya gün ışığı anlamına gelmektedir. Coğrafi olarak ise, baharın ilk günü anlamına gelmektedir. Bugün kuzey yarım kürede ekinoks oluşur. Güneş ışığının ekvatora dik açıyla gelmesiyle gece ve gündüz süresi birbirine eşitlenir. Ayrıca 21 Mart, koç burcunun başlangıç günüdür.

Nevruz teriminin tarihte ilk yer aldığı kayıtlar, M.S. 2. yüzyıldaki Pers İmparatorluğu kayıtlarıdır, ancak bundan çok daha öncesindeki (yaklaşık MÖ 648 ve 330 yılları arasında) Pers İmparatorluğu altında yaşayan değişik milletlerin Pers Şahına Nevruz gününde hediyeler getirdiğine dair bilgiler mevcuttur.

Selçuklu ve Osmanlı'da millî bayram olarak kutlanan Nevruz, Nevruziye adlı şiirlerle ve şenliklerle ziyafet verilerek kutlanırdı. Özel olarak hazırlanan Nevruziye adlı macun ise Osmanlı döneminden kalan bir kültür olarak bugün hâlâ Manisa'da yaşamaktadır ve 21 Mart'ta Mesir macunu şenlikleri gerçekleştirilmektedir.

Nevruz ,Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, MÖ 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta kutlanır.1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nde bir bayram olarak kabul edilip kutlanmaya başlanmıştır.

Nevruz yeni bir başlangıcı temsil eder.Geceyle gündüzün,karanlıkla aydınlığın,dişille erilin eşitlendiği bir başlangıç noktasıdır ve bu eşitlikte yeniden başlamanın,yeni bir yaşamın doğuşu vardır.Kutlu olsun.

İrfan Karabulut Sus/adım Harput

İrfan Karabulut kimdir?           1966 yılında Dersim/Mazgirt'in Sülüntaş köyünde doğdu. İlköğrenimi babasının müstahdem olarak çalıştığ...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *